HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 25 TEMMUZ 2025, CUMA

Terörsüz Türkiye mi, Teröre teslim Türkiye mi?

21.07.2025 03:09
Terörsüz Türkiye mi, Teröre teslim Türkiye mi?
Terörsüz Türkiye mi, Teröre teslim Türkiye mi?
Türkiye tarihi boyunca konumu ve köklü tarihi geçmişi nedeniyle her daim bıçak sırtında olmuştur. Bugünde bir yandan 40 yıllık terör belasından kurtulma aşamasına gelmişken her an terörün teslim aldığı bir ülke riskini taşımaktadır. Öncelikle terörün amacı ve bunu besleyip destekleyen uluslar arası güç merkezlerinin istediklerine baklam gerekir.

Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında bile terör belasıyla uğraşmak zorunda kalan genç cumhuriyet rejimi kuruluşunun ilk yıllarında yaşanan isyanlarla boğuşmak zorunda kalmıştı. İşgal kuvvetlerini ülkeden temizlerken bile bir yandan içerde çıkarılan isyanlarla boğuşarak boğuşmak zorunda kalınıyordu.

Şeyh Sait İsyanı, Menemen İsyanı, Koçgiri İsyanı, Konya İsyanı vs. ilk akla gelen isyanların başında yer alıyor. İsyanların terör olaylarına dönüşmesi fazla zaman almayacaktı.


Sadece terör olayları için daha köklü bir oluşuma ve de uluslar arası stratejik desteğe ihtiyaç vardır. Bunun için en uygun ortam NATO süreciyle başlayan yani yeni dönemde ülkenin en hayati kurumlarına sızması gerekirdi. Bunu da başardılar. NATO üyesi her ülkede resmiyetin önünde fakat gayri resmi olarak kurulan Gladyo yapılanmalarından Türkiye'de nasibini almış, ülkenin en mahrem kuruluşlarına yerleştirilmiş danışman adındaki ajanlar kısa zamanda ülkeyi teröre hazır hale getirmişlerdi.

Öyle ki 60 ihtilalinden sonra hükümeti devralan merhum İsmet Paşa'nın şu sözü o dönemi özetler niteliktedir. "Ülke öyle bir hale gelmişti ki hariciye bakanından istediğim çok gizli dosya hakkında evvel İngiliz ve ABD sefirliğinden rapor geliyordu." Bu tarihi olay bile bize NATO sonrasında ülkenin ne hale geldiğini özetler niteliğindedir.

Zaten yetmişli yıllarda ülkenin tüm enerjisini ve de geleceğimiz olan gençliğimizi sokak çatışmalarında harcamamızın temelinde bu unsurlar vardır. Terörün dik alası bu dönemde kökleştirildi. Önce komünizm ile mücadele dernekleri etrafında şekillendirilen silahlı terör unsurlarına bir de sol terör grupları eklendi.

Ülke gençliği ikiye bölünmüşken, bunu üçe dörde ayırmak çok da zor olmayacaktı. Bir yandan dinci yapılar, sözde milliyetçi gruplar ve tabii ki de etnik kökene dayalı terör grupları. Sonuç olarak yetmişli yıllar Türkiye'nin her alanda atılım yapmaya hazırlandığı, içeride ve dışarıda gücünü gösteren yetişmiş beyinleri, sanayi ve tarımda yaptığı yatırım ve hamleleriyle parlayan bir yıldızken bir anda terör olaylarıyla boğuşmaktan, Cumhurbaşkanı bile seçemez hale gelerek dost düşman tüm dünyaya Türk milletinin gücünü gösterdiği bir dönem Kıbrıs Savaşında vermeyerek durumu özetlemiş bir ülke.

İçerideki terör olaylarına birde Asala Terör örgütünün haricilerimize karşı yaptığı suikastlar takip etti. Tabii ki bu da yeni senaryo ve figüranların sahneye sürülmesi için elzem bir olaydı. Asala bahane edilerek Gladyo Teşkilatı İhtilal Konseyi'ne kabullendiklerini, 90'lı yılların karanlık cinayetlerini sözüm ona milliyetçilik adına işleyecek olanlara reislik, kahramanlık unvanları verilecekti. Terörün biri bitmeden diğerleri başlıyordu. Asala çökertildi derken yerine kürt milliyetçiliğini temel alan PKK hortlatıldı. Özel'ın "dağa çıkmış üç-beş şaşkın" diyerek küçümsediği bu oluşum, kırk yılın sonunda ülkeye yüzlerce milyar dolarlık ekonomik darbe vurmanın yanı sıra on binlerce gencimizin kurban edilmesi sonucu doğan ve de dinmeyecek olan acılar bıraktı. Uyuşturucu ve kara paranın yaygınlaştırılması, nice iş insanlarının bu karanlık paralarla iflasa sürüklenmesi de ayrıca ele alınması gereken olaylardandır.


SÖZÜN ÖZÜ!..

Türkiye'nin terör geçmişine  ufak yolu dokunmaya çalıştığım bu makale de yapmak istediğim sadece hafızaları tazelemeye yardımcı olmaktır.

Olaylara anlık bakmak hastalığından kurtulmadığımız sürece bir adım yol alamayız. Bugün ülkeyi yöneten siyasi irade toplumsal barış süreci, terörsüz Türkiye söylemleri ile yapmış oldukları çalışmaları topluma kabullendirmeye çalışıyorlar. Elbette ki söylemler güzel. Terörsüz Türkiye'yi kim istemez ki? maalesef kazın ayağı öyle değil. Biz Türk olarak kaldığımız ve de batı dünyasının şark meselesi, İsrail'in Siyonist anlayışı ve üzerine bina ettiği arzı mevhut devam ettiği sürece bu topraklarda terör bitmez ve bitmeyecekte. Kim bunun aksini iddia ediyorsa ya cahildir ya da karanlık yapılara hizmet ediyordur.


PKK'nın silah yakması, kendini fesih etmesi ne manaya geliyor. Öncelikle bu konuyu da içine alan İrfan Aydın youtube kanalında yapmış olduğumuz yayını izlemenizi tavsiye ederim.( https://www.youtube.com/watch?v=0s8E_erftjU )

Hüseyin Baybaşin'in Birleşik Kürt Federe Devletinin kuruluş senedini Birleşmiş Milletlere sunduğunu, PKK başta olmak üzere bölgede ki kürt kökenli terör guruplarının kısa zamanda kendilerini fethederek sözde kürt silahlı kuvvetlerine katılacaklarını 4 yıl öncesi Sansürsüz canlı yayında dile getirmiştim.

Müneccim olmadığıma göre PKK'nın silah bırakma tiyatrosunu 4 yıl öncesinden bilmemin nedeni bunun Büyük İsrail planı kapsamında uygulamaya konulmuş bir serüvenden ibaret olduğunu bilmemek ayıptır.

Elbette ki kadim Türk devlet anlayışının buna karşı bin bir türlü planı vardır ve de bu kavgada Oğuz soyunun galip geleceğini bu fakir sıklıkla gündeme taşımaktadır. Bu pencereden bakıldığında her an patlamaya hazır mayın durumundaki bölge huzuru düzenlenecek terör olaylarıyla anında yangın yerine dönüşebilir. Bugün TV kanallarındaki sözde gazeteci ve aydınların sayın demek için sıraya girdikleri bazı şaşkınlar tarafından barış elçisi olarak ilan edilen bebek katili Öcalan ve onun emir erliğini yapan siyasi oluşumları kurtarıcı Mesih gibi görme hastalığı terörsüz Türkiye hayalini hayal edilemez hale sokabilir.

Sözde Birleşik Kürt Federe Devleti özde Büyük İsrail'in eyaleti olmaktan öteye gidemez. Ülkemizdeki terör olaylarının 70 yıllık Tarihine azıcık göz atsak bu örgütlerin sağından soluna milliyetçisinden dincisine kadar aynı elden beslendiklerini bilerek ya da bilmeyerek aynı gayeye hizmet ettiklerini görüyoruz. Ülke içine yerleştirilmiş CIA yerleştirmesi Afganlı teröristler, Suriye el muharebatın mazlum görünümlü ajanları, Siyonist beslemesi bazı tarikat ve cemaatler, İngiliz ve ABD eğitimlerinin gereğini yapmak için zamanın gelmesini bekleyen mankurtlar, sermayesi kara para, uyuşturucu baronları, diniyetleri ahlaksızlık olan basın kuruluşları, güvenlik güçleri içerisine yerleştirilmiş olan Truva atları vs. Her an uyanmak için talimat bekliyorlar.


Peki, bu kadar karamsar ve iç karartıcı durumdan ülkemizi nasıl kurtaracağız?

Bu soruya kalbinde ve aklında zerrece vatan-millet sevgisi taşıyan herkesin cevap araması gerekir. Acizane birkaç ki kilometre taşı mahiyetinde önerilerimiz olacaktır.

Öncelikle 80 milyon Türk Milleti tek yürek tek bilek olarak kabul etmek gerekir. Evliyasından eşikayasına kadar bu asil milletin her bir ferdini ayırım yapmadan baş tacı etmeliyiz.


Unutmamalıyız ki Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE sözünü işte bugünler için söylemiştir. Dünyanın, Kürt, Arap, Acem, Ermeni vs. hangi etnik kökene ait olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş uhdesine göre eşit vatandaştırlar ve de Türk'türler. Halk ve grubun kendi kültürünü yaşama ve yaşatma hakkı yaratılıştan gelen hak olarak görülmeli ve de bu hakların verilmesi lütuf olarak görülmemelidir. Saniyen de burası Türkiye'dir ve de Türkiye'nin kuruluş değerleri, evrensel hukuk içinde çok daha farklı değerler ve ilkeler barındırdığını unutmamak gereklidir. Türk olmak ya da Türk milletinin bir ferdi olmak zül değil ancak şeref olabilir.

Zira Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şu veciz sözünün de unutulmaması gerekir: "Yaratılışımdaki en fevkalade şey Türk olmaktır." Bu bilincin elastiki bir hale sokulup anayasamızdan Türk ifadesini çıkaralım ki toplumsal barış süreci sağlıklı yürüsün ifadeleri ancak ve ancak ülkemiz ve milletimiz üzerinde karanlık emelleri olanların işine yarar. Hülasayı kelam, Türk milleti ve de Oğuz töresi her türlü tartışmanın dışında tutulmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluş senedine yer alan Atatürk ilkelerine bağlı demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir. Dili Türkçedir, nokta.

Bu ilkeleri tartışmaya açmak bile ihanetin dik alasıdır. Efendim iyi diyorsunuz da ya şeriat ne olacak? Diyenler olacaktır. Onlara da deriz ki zaten Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti şeriatın korunması ve de yaşatılması için de en uygun ortamı barındırıyordur. Şeriat, adalet ve de hukukun üstünlüğünü öncelikli kılar. Atatürk döneminde buna azami dikkat edilirken söylemlerinden dini terimleri düşürmeyen idareciler döneminde bu anlayış mumla aranır olmuşsa sorun kanunlarda değil, uygulayıcılarındadır. Bu temel hakikatlere vurgu yaptıktan sonra en önemli meseleye gelelim.

Bizim bu bölgede en büyük düşmanımız siyonist anlayıştır. Binlerce yıllık inançları gereği Nil'den Fırat'a kadar kendilerine tanrıları tarafından bahşedilmiş topraklar olduğuna, Yahudi olmayanların ancak Yahudilere hizmet ettikleri ölçüde yaşam haklarının olduğuna inandıkları, Büyük İsrail projesini gerçekleştirmek için beşikteki bebeklerimize bile koyun boğazlar gibi boğazlanmaktan kaçınmamaları gerektiğini emreden sözde kutsal kitapları ve de ayetler ortadayken başka düşman aramamıza gerek yoktur. Önce Suriye, sonra Lübnan, Lübnan Hizbullahı, Irak ve İran derken sıra Türkiye'ye geldi. Bunu görmemek için kör olmak yetmez. Yüz bin kapasiteli cezaevlerinde 400 binden fazla mahkum barındırırken insan hakları sözleşmesine göre mahkum başına asgari dört metrekare yaşam alanı düşmesi gerekirken, bir yatakta üç mahkumu yatıran anlayışın on binlerce insanımızın katilinin koca bir ada tahsis edip bir de lüks yaşam alanı sağlamasını zoraki de olsa kabul edilmesi, adli mahkuma çok görülen hukuki hakların bir mahkuma çok görülmesi terörsüz Türkiye anlayışına değil teröre teslim Türkiye anlayışına hizmet eder. Kendi yurdunda esir, ha kötü muamele gören adli mahkumlar, kendilerini savunacak siyasi ve demokratik birlikleri yok diye görüşler için af çalışması yapan yetkililer adli mahkumları hiçe sayamazlar. Sayarlarsa ne mi olur? Bunun cevabını biz değil siz verin. Bu makaleyi okuyup da bu sorunun cevabını verememek olmaz. Keşke zaman bizi yanıtsa da bizler de yanılmış olmanın huzurunu yaşayabilsek.

Fakat tıpkı 2012 Yılında Meltem TV'de yaptığı konuşmada "Ak Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve HADEP (ismi değişebilir)  bir olup Türkiye'yi bölecekler. Cumhuriyet Halk Partisi ise göstermelik muhalefet yapacak. Bu bir tiyatro.
Bakalım kim haklı çıkacak, kim yanılacak. Hodri meydan diyorum" Keşke ben haksız çıksam diyen son çağın bilgesi Profesör Dokuttuğu gibi biz de haklı çıkacağız diye korkuyorum. Fakat hakikat gizlenemez bir gerçektir. Biran önce Oğuz Töresi etrafında bir olup Oğuz soyunun ayağa kalkmasını, bölgeye ve insanlığa adalet, huzur, barış ve güven getirmesini sağlamalıyız. Ehlibeyt anlayışı üzere bir ve beraber olmalıyız. Her daim haklı olanın cesur sesi olarak korkuyu korkutmalıyız. Haklı olandan daha güçlü kimse yoktur.

Gün yüzünüzü güldürecek günler dilerim.

Hüseyni İrfan Aydın 19.07.2025


 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.