HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 03 KASIM 2025, PAZARTESİ

BOMBADAN SOBAYA

10.09.2024 00:00
SOFYA 1914

Bulgar Kralı'nın ülkesindeki yabancı devlet temsilcilerine verdiği resepsiyonlardan birinde vakitle beraber sohbetler de hayli ilerlemişti..

Üniformasının içinde çakı gibi duran sarı saçlı mavi gözlü Türk Subayının yanına bir adam yaklaştı;

-Merhaba ! 

Siz herkesin övgüyle bahsettiği Osmanlı Devletinin, 

Sofya Ateşemiliteri, Yarbay Mustafa Kemal Bey olmalısınız..

-Merhaba ! 

Siz de Türkçe konuştuğunuza göreee..

-Evet ben de sizin gibi Türküm.  Kendimi tanıtmama izin verin. 

Bendeniz Varna Milletvekili Şakir Zümre..

Bulgaristan Parlamentosundaki, 

17 Türk vekilden biriyim..

-Müşerref oldum Şakir Bey..

-Ben de Yarbayım,

Çok zamandır sizinle tanışmak istiyordum..

Uzun yıllar sürecek bir dostluğun temelleri atılmıştı o gece..

Yarbay Mustafa Kemal Bey'in Sofya'dan ayrıldığı,  

1915 Ocak ayına kadar birbirlerine yaren olmuşlardı..

 (SOFYA-1920)

-Şakir Bey telgrafınız var

-Kimden!

-Türkiye'den…

-Teşekkürler!

 "Kıymetli dostum Şakir Zümre,  

Türk Milli Mücadelesinin başarıya ulaşması için vatan bugün sizden hizmet bekler..Size ilettiğimiz listedeki silahları temin ederek anavatana göndermenizi rica ederiz.  

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal"

Emir telakki etti,  Şakir Zümre bu telgrafı. Hemen bağlantılarını kullanarak istenilen silah ve mühimmatı temin ederek Ankara'ya gönderdi..

Birkaç ay sonra gelen postacı,  

Ankara'dan yeni bir isteğin geldiğinin habercisi olmalıydı.  

Heyecanla açtı telgrafı, yanılmamıştı;

 "Kıymetli kardeşim Şakir Zümre,  

Vatanın kurtuluşu için bizlere verdiğiniz destek için müteşekkiriz.  

Anadolu'nun zor şartlarında kendi silah ve mühimmatımızı üretmeye çalışıyoruz. Bunun  için daha fazla yetişmiş insan gücüne ihtiyacımız var.  

Sizden Bulgaristan'da silah 6üretimi konusunda tecrübeli insanları bularak Ankara'ya göndermenizi rica ediyoruz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal..

Dumanlar saça saça Ankara Garına giren kara treni bekleyen,  

Türk Subayı heyecanla karşıladı konuklarını;

-Hoşgeldiniz Beyler, sizler Şakir Zümre Bey'in göndermiş olduğu teknik elemanlar olmalısınız..

-Hoşbulduk, 

Evet..

Buyurun o vakit,  

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sizleri bekliyor..

(ARALIK 1923 – SOFYA)

-Şakir Bey telgraf..

-Verin teşekkür ederim..

 "Sayın Şakir Zümre, 

Türk Milli Mücadelesine vermiş olduğunuz kıymetli desteklerinizden ötürü, 

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından,

"İstiklal Madalyası" ile ödüllendirilmiş bulunmaktasınız. Madalyanızın takdimi için en kısa zamanda Ankara'da olmanız rica olunur."

 (OCAK 1924 – ANKARA)

-Büyük Türk Milletinin Başbuğ'u,  

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, 

Sizi saygıyla selamlıyorum..

Hoşgeldiniz kıymetli dostum, buyurun lütfen oturun..

-Paşa Hazretleri çok büyük bir iş başardınız..

-Asıl savaş iktisadi savaştır kıymetli dostum ve bu konuda da vatan sizden hizmet bekliyor..

-Emrinizdeyim Paşam..

Şakir Zümre,  

1925 yılında, İstanbul'da Haliç kenarında, ''Türk Sanayii Harbiye ve Madeniye"  

Fabrikasını açarak,  

Türk Kara,  

Türk Hava 

Ve 

Türk Deniz Kuvvetlerinin, 

İhtiyacı olan silah ile mühimmatları üretmeye başladı..

300-500-1000 kg lık bombalar yaparak, Türk savaş uçaklarının hizmetine sundu..İmalat ettiği sualtı ve denizaltı bombaları

Deniz Kuvvetlerimize, 

Can suyu oldu..

Mayınlar, işaret fişekleri, el bombaları üretti fabrikasında..Onun ürünlerinin tahrip gücü, dünya'daki muadillerinden daha fazla olduğu için, 

Yabancı devletlere, silah ihraç etmeye 

başladı..

Atatürk'ün dostu,  

Atatürk'ün kurduğu,

Türkiye Cumhuriyeti'ne hizmete devam ediyordu..

Milli Bayramlarda,Şakir   Zümrenin ürettiği silahlar,onurla  geçiş yapıyorlardı Vatan Caddesinden..Yüzde-yüz yerli sermayeyle kurulan, Türk  girişimcisi,mühendisi ve işçini gurur kaynağıydı bu silahlar..

Mustafa Kemal,

Vefat etmişti.Lakin Amerika'yla yapılan anlaşmalar gereği,1940  'ların sonunda, 

Marshall Yardımları yurda gelmeye başlayınca,  

Türk Milli Savunma Sanayinin, gözbebeği bu şirketimiz sallanmaya başladı..

Amerika elindeki eski püskü silahları, "yardım" adı altında,  

Türkiye'ye vermekte ve milli Silah üretilmesine karşı çıkmaktaydı..

Çalmadık kapı, gitmedik yetkili bırakmadı Şakir Zümre..

Devlet ondan silah alamadığı için maaş ödeyemez duruma gelmişti..

Çaresiz kalınca, kapıya kilit vurmaktan iyidir diye, 

Düşünerek bomba fabrikasını,soba  fabrikasına çevirmek zorunda kaldı..

Bir Milli Bayramda, devlet erkanı Vatan Caddesinde resmi geçidi izlerken, 

Alana gelen soba yüklü ve üzerinde; 

"ŞAKİR ZÜMRE" 

Yazan kamyon tokat gibi indi suratlarına..

Türk Milli Savunma Sanayinin, 

Anlı-şanlı Şakir Zümre'sini sobacı yaptınız mesajıydı bu..

1966'da vefat eder Şakir Zümre..

Onun ölümünün ardından,4  yıl daha dayanır fabrikası ve 1970 yılında kapısına kilidi vurur..

Atatürk'ün emriyle, Türkiye'yi silah ve mühimmatta  dışa bağımlılıktan kurtaran,İstiklal Madalyalı,büyük bir vatanperverin hikayesidir bu..

Ve 

Ne yazık ki, 

Mutlu sonla bitmemiş, bitememiştir..

NOT: 

Aynen Vecihi Hürkuş,  

Nuri Killigil,  

Nuri Demirağ'ın çabaları, Devrim Otomobilleri, Karakurt 

Ve  

Bozkurt Lokomotiflerinde olduğu gibi..

Okunsun diye değil, 

Dokunsun diye,

Bazı şeyler yazılır..  ALINTIDIR
İbrahim GÜLBEYCAN / diğer yazıları
•CUMHURİYET FAZİLETTİR… 29 00:00:00.10.2025
•ZATÜ’L-HAREKE 12 00:00:00.08.2025
•‘’KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR’’ 05 00:00:00.08.2025
•SU 29 00:00:00.07.2025
•HOROZLAR ÖTMÜYOR 15 00:00:00.07.2025
•HEY ÇORC 02 00:00:00.07.2025
•TARIM BAĞIMSIZLIKTIR 25 00:00:00.06.2025
•NİCE 19 MAYISLARA 18 00:00:00.05.2025
•KRAL ÇIPLAKMIŞ 13 00:00:00.05.2025
•ÇİLELİ PAZARTESİ 22 00:00:00.04.2025
•İZZZETİ NEFİS VE PARA 05 00:00:00.03.2025
•DİYEMİYORUZ 18 00:00:00.02.2025
•İSTANBUL'DAKİ SEMT İSİMLERİ NEREDEN GELİYOR ? 12 00:00:00.02.2025
•BİR KIRINTI İNSANLIK 29 00:00:00.01.2025
•SİLAHLAR SUSTU 17 00:00:00.12.2024
•KAZIĞA OTURTMAK 18 00:00:00.11.2024
•MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ 09 00:00:00.10.2024
•BOMBADAN SOBAYA 10 00:00:00.09.2024
•MUKADDiME 08 00:00:00.07.2024
•FETHİ ALGON 27 00:00:00.06.2024
•YARATILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ 31 00:00:00.05.2024
•İYİLİK YAP O SENİ ELBET BULUR... 23 00:00:00.05.2024
•NİCE 19 MAYISLARA 20 00:00:00.05.2024
•GERÇEK BELEDİYECİLİK 12 00:00:00.05.2024
•BİZİM KERBELAMIZ GİBİ 12 00:00:00.05.2024
•DÜNYANIN İLK ÇOCUK BAYRAMI 23 00:00:00.04.2024
•İTİBAR VE TASARRUF 18 00:00:00.04.2024
•EGOLARIN DANSI 04 00:00:00.04.2024
•KİME OY ATMAYACAĞIM 27 00:00:00.03.2024
•MEMLEKET HAYIRINA 05 00:00:00.02.2024
•KAZAN ÖLDÜ 12 00:00:00.01.2024
•NE ARABIN PARASI NEDE ARABIN YÜZÜ 03 00:00:00.01.2024
•YOK ETTİKLERİMİZ 27 00:00:00.12.2023
•ÜÇÜNCÜ SAYFA 20 00:00:00.12.2023
•FENOMEN 12 00:00:00.12.2023
•YOZLAŞMAK 05 00:00:00.12.2023
•KOLAY PARA 15 00:00:00.11.2023
•11 Kasım 1938. 10 00:00:00.11.2023
•ÖLMÜŞÜZ DE AĞLAYANIMIZ YOK 08 00:00:00.11.2023
•BİZİM ÇOCUKLAR 25 00:00:00.10.2023
•KADINLARIMIZ ANNELERİMİZ 17 00:00:00.10.2023
•BEYAZ MÜSLÜMANLAR 12 00:00:00.10.2023
•RÜZGÂRGÜLÜ 26 00:00:00.09.2023
•AYAĞINI YORGANA GÖRE UZAT 06 00:00:00.09.2023
•TÜRK DEVRİMİ 16 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•MANKURTLAŞMAK 03 00:00:00.08.2023
•HİDAYET NASIL EMEKLİ OLUR? 28 00:00:00.07.2023
•HER ŞEYİMİZ EĞİTİM OLMALI 27 00:00:00.06.2023
•ÇIKAR VE İZZETİ NEFİS 12 00:00:00.06.2023
•SAKAL 30 00:00:00.05.2023
•GÜZEL CAHİLLİK 17 00:00:00.05.2023
•MAHALLEDEN ARKADAŞLAR 08 00:00:00.05.2023
•MÜLAKAT 01 00:00:00.05.2023
•YAYGARA 18 00:00:00.04.2023
•MANCACILIK 10 00:00:00.04.2023
•CANBERK 20 00:00:00.03.2023
•AKLIN YOLU 13 00:00:00.03.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.