HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 31 EKİM 2025, CUMA

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ

09.10.2024 00:00
Hiç düşündünüz mü?

Nereden çıktı bu slogan?

İlk kim söyledi?

*

Sene 2006.

Aylardan haziran.

Yer, Danıştay.

Mustafa Kemal'in doğumunun 125'inci yılı dolayısıyla konferans düzenleniyor, ayakta alkışlanan konuşmacı anlatıyor: "Atatürk Türkiyesi'nden rahatsız olanların yapması gereken, Atatürk'ü unutturmaktı. Onu yapıyorlar. Cumhuriyet'in nasıl kurulduğunu, milli mücadeleyi çocuklarımıza iyi anlatmak zorundayız. 1948'den beri Mustafa Kemal'in askeriyim, terhis olmak istemiyorum."

*

Turgut Özakman'dı o.

*

Mucidi odur.

Haziran 2006'dan önce bu slogana ait tek örnek bulamazsınız. Çünkü, yoktur.

*

Peki, 1948'den beri askeriyim diyen, terhis olmak istemiyorum diyen Turgut Özakman, 1948'de yedek subay filan mıdır?

İçinde "asker" kelimesi geçiyor ya… Dincileri-liboşları boşverdim, bazılarımız bu sloganı "militarist" zannediyor. Halbuki, tam tersine, sivil'dir, hukuki'dir.

*

Turgut Özakman, 1948'de henüz 18 yaşındadır, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisidir. Milli mücadelenin izini sürebilmek için Ankara'dan Afyon'a kadar yürür. Mecazi anlamda söylemiyorum, otomobil veya trene binmeden, tabana kuvvet, yürür. Güzergâh üzerinde yaşayan, Kurtuluş Savaşı'na şahit olmuş ve 1948'de hâlâ hayatta olanları bulur. Hatıraları dinler, defterler dolusu notlar alır, fotoğraflar toplar. Bıyıkları yeni, yeni terlemeye başlamış bu delikanlının yaya olarak gerçekleştirdiği tarihi seyahat, 10 gün sürer… Ve, bu attığı adımlar, Şu Çılgın Türkler fikrinin çıkış noktasıdır.

*

1948'den beri askeriyim dediği, işte budur. Bireysel şuurdur. Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı sloganı Mustafa Kemal'in askerleriyiz…

Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı kitabı Şu Çılgın Türklerin özetidir. Terhis olmak istemi yorum'dan kastı ise, bıkmadan usanmadan, anlatmaya devam etme azmidir.

*

Hakikate ihanet etmeyelim derdi.

Buna didindi, son nefesine kadar.

Huzur içinde yat hocam…

Vatan sana minnettar....

 
İbrahim GÜLBEYCAN / diğer yazıları
•CUMHURİYET FAZİLETTİR… 29 00:00:00.10.2025
•ZATÜ’L-HAREKE 12 00:00:00.08.2025
•‘’KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR’’ 05 00:00:00.08.2025
•SU 29 00:00:00.07.2025
•HOROZLAR ÖTMÜYOR 15 00:00:00.07.2025
•HEY ÇORC 02 00:00:00.07.2025
•TARIM BAĞIMSIZLIKTIR 25 00:00:00.06.2025
•NİCE 19 MAYISLARA 18 00:00:00.05.2025
•KRAL ÇIPLAKMIŞ 13 00:00:00.05.2025
•ÇİLELİ PAZARTESİ 22 00:00:00.04.2025
•İZZZETİ NEFİS VE PARA 05 00:00:00.03.2025
•DİYEMİYORUZ 18 00:00:00.02.2025
•İSTANBUL'DAKİ SEMT İSİMLERİ NEREDEN GELİYOR ? 12 00:00:00.02.2025
•BİR KIRINTI İNSANLIK 29 00:00:00.01.2025
•SİLAHLAR SUSTU 17 00:00:00.12.2024
•KAZIĞA OTURTMAK 18 00:00:00.11.2024
•MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ 09 00:00:00.10.2024
•BOMBADAN SOBAYA 10 00:00:00.09.2024
•MUKADDiME 08 00:00:00.07.2024
•FETHİ ALGON 27 00:00:00.06.2024
•YARATILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ 31 00:00:00.05.2024
•İYİLİK YAP O SENİ ELBET BULUR... 23 00:00:00.05.2024
•NİCE 19 MAYISLARA 20 00:00:00.05.2024
•GERÇEK BELEDİYECİLİK 12 00:00:00.05.2024
•BİZİM KERBELAMIZ GİBİ 12 00:00:00.05.2024
•DÜNYANIN İLK ÇOCUK BAYRAMI 23 00:00:00.04.2024
•İTİBAR VE TASARRUF 18 00:00:00.04.2024
•EGOLARIN DANSI 04 00:00:00.04.2024
•KİME OY ATMAYACAĞIM 27 00:00:00.03.2024
•MEMLEKET HAYIRINA 05 00:00:00.02.2024
•KAZAN ÖLDÜ 12 00:00:00.01.2024
•NE ARABIN PARASI NEDE ARABIN YÜZÜ 03 00:00:00.01.2024
•YOK ETTİKLERİMİZ 27 00:00:00.12.2023
•ÜÇÜNCÜ SAYFA 20 00:00:00.12.2023
•FENOMEN 12 00:00:00.12.2023
•YOZLAŞMAK 05 00:00:00.12.2023
•KOLAY PARA 15 00:00:00.11.2023
•11 Kasım 1938. 10 00:00:00.11.2023
•ÖLMÜŞÜZ DE AĞLAYANIMIZ YOK 08 00:00:00.11.2023
•BİZİM ÇOCUKLAR 25 00:00:00.10.2023
•KADINLARIMIZ ANNELERİMİZ 17 00:00:00.10.2023
•BEYAZ MÜSLÜMANLAR 12 00:00:00.10.2023
•RÜZGÂRGÜLÜ 26 00:00:00.09.2023
•AYAĞINI YORGANA GÖRE UZAT 06 00:00:00.09.2023
•TÜRK DEVRİMİ 16 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•MANKURTLAŞMAK 03 00:00:00.08.2023
•HİDAYET NASIL EMEKLİ OLUR? 28 00:00:00.07.2023
•HER ŞEYİMİZ EĞİTİM OLMALI 27 00:00:00.06.2023
•ÇIKAR VE İZZETİ NEFİS 12 00:00:00.06.2023
•SAKAL 30 00:00:00.05.2023
•GÜZEL CAHİLLİK 17 00:00:00.05.2023
•MAHALLEDEN ARKADAŞLAR 08 00:00:00.05.2023
•MÜLAKAT 01 00:00:00.05.2023
•YAYGARA 18 00:00:00.04.2023
•MANCACILIK 10 00:00:00.04.2023
•CANBERK 20 00:00:00.03.2023
•AKLIN YOLU 13 00:00:00.03.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.