HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 25 KASIM 2025, SALI

Otomobilin Ömrü Kısaldı, Hayali Uzadı

02.07.2025 00:00
2014 yılında Türkiye'de otomobil üretimi bambaşka bir havadaydı.

Düşünün:

*Renault Symbol

*Renault Fluence

*Fiat Linea

*Fiat Doblo

*Ford Tourneo Courier

*Toyota Corolla

*Hyundai i20

*Honda Civic Sedan

*Mercedes kamyonları, MAN otobüsleri…

Toplamda 10'dan fazla farklı model, Türkiye'de üretiliyor, iç pazara satılıyor, yurt dışına ihraç ediliyordu. Sadece otomobil değil, bir zincirin halkalarıydı bunlar: tedarikçiler, fason üreticiler, yan sanayi…

Bugün 2024'e geldiğimizde ne görüyoruz?

Model sayısı yarıya inmiş durumda.

*Symbol? Gitti.

*Fluence? Tarih oldu.

*Doblo? Artık İspanya'da.

*Honda? Kapatıp gitti.

*Ford'un bazı modelleri? Romanya yollarında.

Elde kalanlar?

*Toyota Corolla

*Hyundai i20

*Fiat Egea

*Ford Courier

*Renault Clio'nun bazı versiyonları

*Ve tabii ki TOGG T10X

5-6 model. Hepsi bu.

Yani üretim çeşitlilik olarak çöktü. Bu da sadece otomobil sayısı değil, yerli tedarikçinin sipariş defterinin de yarı yarıya kapanması demek.

******

Gelelim fiyatlara…

2019'da piyasada en çok tercih edilen modellerden biri:

Fiat Egea Easy 1.4 Benzinli – 69.900 TL

Bugün 2024'te benzer segment:

Fiat Egea Urban 1.4 – 899.900 TL

Peki bu uçurum neden oluştu?

*Döviz kuru patladı

*Vergi sistemi güncellenmedi

*ÖTV dilimi sabit kaldı ama araç fiyatları uçtu

*Faizler tavana dayandı

*Global kriz, tedarik sorunu, çip krizi vs.

Ama bir de yeni bir oyuncu girdi sahaya: TOGG

TOGG ne yaptı?

TOGG sadece yerli otomobil üretmedi.

TOGG, elektrikli araç segmentinin referans noktası haline geldi.

Bugün bir Çinli marka Türkiye'ye model sokarken şöyle diyor:

"TOGG 1.6 milyonsa, ben 1.4 yaparım."

"TOGG kampanyaya girdiyse, ben de mecburen ineyim."

"TOGG'a rakip görünürsem şansım olur."

Yani TOGG, sadece fiyat belirlemiyor.

Sektörü yönlendiriyor, dengeleri değiştiriyor.

Peki TOGG'un kredi kampanyası?

 "36 ay vade, kolay finansman" diye çıkıldı yola.

Ama işin içine faiz girince, vatandaşın kafası karıştı.

Bugün TOGG almak isteyen biri, kampanyaya rağmen

%4'e yakın faiz oranıyla karşılaşıyor.

Bu durumda, TOGG almak isteyen bir dar gelirli,

bir noktada "Ben bunu mı alsam, yoksa çeyrek altın mı?" diye düşünmeye başlıyor.

Burada temel soru şu:

TOGG, fiyat belirlemede nasıl referanssa,

satın alınabilirlikte de referans olmalı.

Sadece TOGG için değil:

*Yerli elektrikli üreticiler

*İçten yanmalı araç üreten yerli firmalar

*Türkiye'de yatırım yapmaya çalışan girişimciler için de eşit şartlar, uygun kredi, daha adil ÖTV sistemleri oluşturulmalı.

Ya denklik sağlansın:

Tüm elektrikli araç üreticilerine eşit kredi ve vergi koşulları getirilsin.

Ya da adalet sağlansın:

Türkiye'de üretim yapan markalara, modellerine özel destek sunulsun.

Ne olur?

*Yeni modeller gelir

*Üretim artar

*Tedarikçiler nefes alır

*Vatandaş hem fiyat hem kredi açısından rahatlar

Kısacası…

TOGG bir başlangıçtı. Ama devamı gelmeli.

Yoksa bu hikâye sadece "bir arabayla gelen umut" olarak kalır.



 
Deniz Yılmaz UĞURLU / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.