HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 25 KASIM 2025, SALI

Türkiye Otomotivinde Yeni Bir Sayfa

07.10.2025 00:00
Otomotiv sektörü, Türkiye'nin sanayi omurgasının en kritik bileşenlerinden biri. Ama artık sadece "montaj merkezi" olmaktan çıkma evresindeyiz; kendi modellerimizi, yenilikçi elektrifikasyonla buluşturan bir üretim gücüne dönüşme mücadelesi veriyoruz. Bu yazıda, önümüzdeki dönemde Türkiye'de üretilecek modelleri, bunların Bursa'daki rolünü ve Türkiye'ye biçilebilir katkılarını irdeleyeceğim.

Yeni Modeller ve Stratejik Adımlar

TOGG T10X ve T10F

Türkiye'nin yerli otomobil girişimi TOGG'un Gemlik'teki tesisinde T10X modeli üretimde. Bu model, Türkiye'ye özgü bir elektrikli SUV olarak hem iç pazara hitap ediyor hem de ihracat hedeflerine entegre edilmiş durumda.

Ayrıca TOGG, T10F adlı sedan/fastback modelini de portföyüne ekliyor; bu, ürün gamını genişletme stratejisinin bir parçası.


Bu iki modelin üretimi, Türkiye'nin otomotiv profilini "parça üretim / montaj üssü"nün ötesine taşıma hedefinde sembolik bir adım. Yerli marka imajı güçlenecek, teknoloji know-how'ı ilerleyecek.

Diğer Küresel Markaların Yerli Üretim Genişlemesi

Renault'un SUV'larını Türkiye'ye kaydırma planı konuşuluyor; ayrıca yeni clio modelinin Bursa'da üretimi gündeme geldi.

Ford Otosan, ticari araçların elektrikli versiyonlarını Türkiye'de üretme hamleleriyle dikkat çekiyor.

Hyundai Assan cephesinde de, hibrit/elektrikli modellere geçiş planları konuşuluyor.

Yan sanayi düzeyinde, Türkiye'de üretilen araçların parçalarında "co-designer / ortak tasarım" modeline kadar yükselen kapasite var.


Bu hamleler, sadece model sayısını artırmakla kalmıyor; sektörün ileri teknolojilere adapte olmasını sağlıyor.

Otomotiv Başkenti Olmanın Sorumluluğu

Bursa, Türkiye'nin otomotiv üretimindeki merkezi konumunu uzun süredir koruyor ama bu konum artık daha stratejik bir hale geliyor.

2023 verilerine göre, Bursa'daki OYAK Renault ve TOFAŞ tesisleri Türkiye'nin toplam otomobil üretiminin yaklaşık %52'sini gerçekleştirmiş durumda.

Bursa'da kurulu kapasite, Türkiye toplam motorlu taşıt üretim kapasitesinin neredeyse yarısını oluşturuyor.

Ayrıca Bursa'nın ihracatındaki otomotiv payı da önemli: ilin toplam ihracatının %44'ü otomotiv kaynaklı.

Bursa, Türkiye ihracatına ilk çeyrekte 4 milyar doları aşan katkı ile lider şehirler arasında.

Bu istatistikler, Bursa'nın sadece geleneksel üretim yükünü değil, gelecek vizyonunun da merkezi olacağını işaret ediyor. Yeni model üretimi gelirse, Bursa şu avantajları elde edebilir:

İstihdam İvmelenir

Yeni modellerin üretimi, mühendislik, ARGE, tasarım, test ve kalite kontrolleri gibi yüksek katma değerli iş sahaları yaratır.


Yan Sanayi Derinleşir

Model bazlı üretim, parça üreticilerinin ürün gamını genişletmesini, ileri alaşımlar, elektronik modüller, batarya sistemleri üreten firmaların kümelenmesini tetikler.


Kümelenme Etkisi

Bursa'daki OSB'ler, yan sanayi firmaları, test merkezleri ve lojistik altyapılar yeni filizlenen modellerin etrafında ekosistemleşebilir.


Yüksek Teknoloji Transferi

Yeni model üretiminde kullanılan sensörler, elektrik-elektronik bileşenler, yazılım sistemleri, versiyon yükseltmeleri gibi unsurlar Bursa'daki teknik bilgi sermayesini ileri götürür.


Türkiye'ye Katkılar

Yeni model üretimi Türkiye için sıradan bir sanayi hamlesi değil, dönüşüm stratejisidir. İşte yapısal katkıları:

Cari Açığın Azalması

Günümüzde otomotiv sektörü Türkiye'nin dış ticareti açısından stratejik. Montaj/tamamlama kısmı ithalata bağımlıysa, model üretimiyle birlikte daha fazla katma değer ülke içinde kalır. Türkiye'nin dış ticarette "bitmiş araç ihracatı lehine" durumu artabilir.


Sanayi Yoğun Katma Değer

Otomotiv sektörü hem ileri mühendislik hem büyük sabit sermaye yatırımı gerektiren bir sektördür. Bu sayede sanayinin diğer alanları (metalurji, kimya, elektrik-elektronik, yazılım) ile sinerji üretir.


Teknolojik Dönüşüm (Yazılım, Elektrikli Araç, Batarya)

Araçlar artık "mobilite cihazları"dır. Yazılım, otonomi, enerji yönetimi gibi bileşenler kilit roller üstlenir. Türkiye'nin bu alanlarda kapasite kazanması kritik.


Bölgesel Kalkınma / Kentleşme Dengesi

Bursa gibi şehirlerin sanayi kapasitesi merkezileşiyor. Model üretiminin Anadolu'ya uzanan yatırımlarla çoğalması, bölgesel eşitsizliklerin hafiflemesine katkı verebilir.


Küresel Marka Algısı

Türkiye, sadece parça üretim merkezi değil, kendi özgün marka ve modelleriyle küresel pazarda ses getiren bir aktör haline gelebilir. Bu algı, yabancı sermaye yatırımlarını etkiler.


Ekonomik Büyüme Etkisi

Sanayi üretimi ile ekonomik büyüme arasında güçlü bir korelasyon var. Özellikle imalatın ileri kategorileri (otomotiv gibi) büyümeye doğrudan katkı verir. (Örneğin bir çalışma Türkiye'de sanayi üretimi ile GSYH arasındaki güçlü etkileşimi göstermiş durumda.)


Yeni Bir Otomotiv Çağı Başlıyor

Bugün Türkiye otomotiv sektörü, model üretimi vizyonuyla yeni bir döneme giriyor. Bursa, bu dönüşümün merkez üssü olma potansiyelini taşıyor. Hem istihdam hem katma değer hem de teknolojik sıçrama açısından. Türkiye'nin global arenada marka ve model üreten bir ülke olma hedefi, otomotiv sektöründeki bu tür adımlarla gerçeğe yaklaşacak.



 
Deniz Yılmaz UĞURLU / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.