HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 30 EKİM 2025, PERŞEMBE

İklim Adına Dayatılan Yeni Tutsaklık

16.04.2025 00:00
   Bir zamanlar "çevre dostu", "insan odaklı" diye pazarlanan politikalar, bugün insanı doğadan koparan; doğayı ise küresel çıkarların ve siyasi hesapların aracı haline getiren birer dayatma politikasına dönüşmüş durumda.

   Almanya'nın pandemi sonrası süreçte, "çevreye zarar veriyor" diyerek kapattığı kömür santrallerini yeniden devreye alması, bu iki yüzlülüğün açık bir göstergesi. Ne oldu? Rusya'dan gaz gelmeyince birdenbire "yeşil enerji" ikinci plana atıldı. Oysa yıllardır bize, "iklim için fedakârlık şart" denmiyor muydu? Demek ki mesele ne çevreydi ne doğa ne de insan… Mesele yalnızca güç, kontrol ve çıkar.

   Bugün yapay etleri, sentetik gıdaları bir kurtuluş gibi sunanlar; sizi topraktan, üretimden, doğayla kurduğunuz bin yıllık bağdan koparıp laboratuvarlara, küresel şirketlerin patentli ürünlerine mahkûm etmek istiyor. Bunu yaparken hem bedeninizi hem iradenizi teslim almaya çalışıyorlar.

   Size bir haşere, zararlı bir ot muamelesi yapmaktan çekinmiyor; varlığınızı azaltmak için türlü politikalar geliştiriyorlar. Ve tüm bunları utanmadan "sürdürülebilirlik" ya da "iklim kriziyle mücadele" kisvesi altında yapıyorlar. Nefes alışverişinizi dahi vergilendirmeyi düşünen bu zihniyetin, size özgürlük vaat etmesi başlı başına bir ironi.

   Paris İklim Anlaşması da işte tam bu bağlamda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülüp onaylanma ve akabinde uygulama sürecine girecek olan bir başka küresel proje olarak karşımızda duruyor. Herkesin alkışladığı bu anlaşmanın arka planında, doğayı ve insanı korumaktan çok; milletleri belirli ekonomik ve teknolojik bağımlılıklara sürükleyen, tarımı ve üretimi merkezi planlarla kontrol altına almaya çalışan dayatmalar yatıyor.

   İklimi bahane ederek alınan bu kararlar, aslında insanı ve toprağı birbirinden uzaklaştırmanın bir aracı hâline geliyor.

   Çünkü bu mesele, deyim yerindeyse ineklerin osuruğundan vergi almak gibi "osuruktan bir iş" değil; bu mesele insanlık onurunu, hakikati ve özgür yaşamı ilgilendiren bir varoluş mücadelesidir. Ama sizin ne aklınız memlekette ne gönlünüz millette… Zira sizde hep önce putunuz, pardon partiniz gelir.

   Ve unutmayın; birileri için "keşke imzalamasaydık" dediğiniz İstanbul Sözleşmesi nasıl size pişmanlık getirdiyse, bugün uğruna kendinizi paraladığınız bu politikalar da öyle bir pişmanlık bırakacak ki geriye... Ne Paris İklim Anlaşması ne İstanbul Sözleşmesi… Onlardan duyduğunuz pişmanlık bunun yanında devede kulak kalacak. Ama iş işten geçmiş olacak.

 
Mustafa AYDIN / diğer yazıları
•Aydınlanma: Akılla Başlayan Yolculuk 29 00:00:00.10.2025
•Tefekkür 22 00:00:00.10.2025
•“Kutsal Liderler Ülkesi” 14 00:00:00.10.2025
•Körlük ve Vicdan 08 00:00:00.10.2025
•Ahlak Yerine Marka, Vicdan Yerine Dedikodu 02 00:00:00.10.2025
•Silahsız Kuvvetler ve Sessiz Yığınlar 25 00:00:00.09.2025
•Havadan Gelen Zehir mi, Yoksa Yaşadığımız Çağın Bedeli mi? 17 00:00:00.09.2025
•Taraf Olacaksak Ahlâkın ve Adaletin Tarafında Olalım 10 00:00:00.09.2025
•Zamanın İçinde Ölmeden Yaşamak 03 00:00:00.09.2025
•Özgürlüğün Sonsuz Nefesi 29 00:00:00.08.2025
•Aynı Ülkede, Ayrı Dünyalar 20 00:00:00.08.2025
•Zekâ Kalabalıkta Erir mi? – Ringelmann Etkisinden Günümüze Akıl Tembelliği 12 00:00:00.08.2025
•Müritleşen Zihinler ve İki Yakanın Ortasında Kalanlar 05 00:00:00.08.2025
•Bilgiye Savaş Açanların Karanlığında Yaşamak 29 00:00:00.07.2025
•EMEKLİ BİR PROFESÖRÜN FERYADI ÜZERİNE 15 00:00:00.07.2025
•Din Adamı Yoktur, Dindar İnsan Vardır 02 00:00:00.07.2025
•Harfleri Kutsadık, Hakikati Kaybettik 25 00:00:00.06.2025
•KAŞGAR’DA BAŞLAYAN MÜCADELE 18 00:00:00.06.2025
•YELPAZEYE DÖNÜŞEN SADAKAT: AKLINI KİRAYA VERENLER 11 00:00:00.06.2025
•Devletin Maliyesi mi, Bir Şirketin Bilançosu mu? 29 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs ve Bir Milletin Yeniden Doğuşu 18 00:00:00.05.2025
•ELEŞTİRMEK SUÇ DEĞİL, SORUMLULUKTUR 13 00:00:00.05.2025
•Suçlular Dışarıda, Gazeteciler İçeride 05 00:00:00.05.2025
•Kavramlar, Kavgalar ve Kördüğüm Zihinler 22 00:00:00.04.2025
•İklim Adına Dayatılan Yeni Tutsaklık 16 00:00:00.04.2025
•Yapay Zeka Manipülasyonu ve Medya Okuryazarlığı 09 00:00:00.04.2025
•Adaletin Sessiz Çöküşü 26 00:00:00.03.2025
•Çanakkale: Ruhların Zaferi 18 00:00:00.03.2025
•Türkiye’de Siyasi Söylem Değişikliği ve Muhalefetin Çıkmazı 12 00:00:00.03.2025
•Yapay Zeka Hizmetkâr mı, Tehdit mi? 05 00:00:00.03.2025
•Kime Nasıl Anlatsak 18 00:00:00.02.2025
•Sosyal Medya ve Troll Gerçeği 12 00:00:00.02.2025
•İslam'da İktidar Sahiplerinin Adaleti 29 00:00:00.01.2025
•Çöp bidonu..! 18 00:00:00.11.2024
•"Allah'tan kork, kuldan utan" 09 00:00:00.10.2024
•Eğri taştan doğru duvar olmuyor işte. 10 00:00:00.09.2024
•Bağır, çağır, azarla, memleketi pazarla.. 08 00:00:00.07.2024
•Kültür yolunda tasarruf olmaz, festival olur..! 27 00:00:00.06.2024
•İtibar "tasarrufla olur" 31 00:00:00.05.2024
• "Her fabrika bir kaledir." 20 00:00:00.05.2024
•Fulbright mı? Full ihanet mi? 12 00:00:00.05.2024
•Unutmayın ki; sonsuz iktidar yoktur..! 18 00:00:00.04.2024
•Şiir yazamadık ama şiir gibi bir seçim yaptık.. 04 00:00:00.04.2024
•Shrinkflasyon 05 00:00:00.02.2024
•Bizi ancak utanç kurtarabilir.. 12 00:00:00.01.2024
•Zarf başka mazruf başka.. 03 00:00:00.01.2024
•Kirli çamaşırlar..! 27 00:00:00.12.2023
•Zulüm bizdense, Ben bizden değilim..! 20 00:00:00.12.2023
•Biraz oradan, biraz buradan. Artık hepsi sıradan..! 12 00:00:00.12.2023
•Samimiyet içten gelir, dilden değil.! 05 00:00:00.12.2023
•Ya tutarsa.. 15 00:00:00.11.2023
•Yeni bakanlar, eski sloganlar..! 17 00:00:00.10.2023
•Sosyal medyanın Müslüman siyasetçileri..! 12 00:00:00.10.2023
•Önceliğimiz anlamak olmalı.! 26 00:00:00.09.2023
•Aynı tas aynı hamam.. 19 00:00:00.09.2023
•Taban önemli..! 06 00:00:00.09.2023
•Ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülke, demokratik ve özgür olamaz..! 16 00:00:00.08.2023
•Akıl tutulması... 10 00:00:00.08.2023
•Aset mi kaldı.? 03 00:00:00.08.2023
•Sağlık, ekonomi, siyaset..! 28 00:00:00.07.2023
•Keşke yanılmış olsaydık.! 27 00:00:00.06.2023
•Ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülke, demokratik ve özgür olamaz..! 12 00:00:00.06.2023
• Ekonomide "bir ileri iki geri." 30 00:00:00.05.2023
•Yeni Türkiye ve yeni siyaset dili..! 17 00:00:00.05.2023
•Yordunuz artık..! 08 00:00:00.05.2023
•Bu topraklarda 01 00:00:00.05.2023
•Pergel metaforu 18 00:00:00.04.2023
•Bahaneleri hep aynı..! 03 00:00:00.04.2023
•İtibardan tasarruf olmaz diyenlere itibar etmeyin 20 00:00:00.03.2023
•Seçim sath-ı mailine girerken 13 00:00:00.03.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.