HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 01 KASIM 2025, CUMARTESİ

Dilhan Eryurt kimdir ?

Google'ın anısına doodle yayınladığı Dilhan Eryurt kimdir ?
20.07.2020 00:00
Dilhan Eryurt kimdir ?
Dilhan Eryurt kimdir ?
Dilhan Eryurt, Türk gök fizikçi. Araştırmaları ile Güneş'in ve yıldızların evrimi çalışmalarına katkıda bulunmuş bir bilim insanıdır.

Dilhan Eryurt (29 Kasım 1926, İzmir - 13 Eylül 2012, Ankara), Türk gök fizikçi.

 

Araştırmaları ile Güneş'in ve yıldızların evrimi çalışmalarına katkıda bulunmuş bir bilim insanıdır.

 

1961-1973 yıllarında Nasa'da görev alarak bu kurumdaki ilk Türk bilim kadını olan Eryurt, ODTÜ'de astrofizik anabilim dalını kurmuş ve 1988-1993 yıllarında ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi dekanlığını yürütmüştür.

 

29 Kasım 1926'da İzmir'de doğdu. Babası, 1944'te Denizli milletvekili olarak TBMM'ye giren Abidin Ege'dir.

 

Babasının Yüksek Ziraat Mektebi kuruluşu nedeniyle bulunduğu İzmir'de dünyaya gelişinden kısa bir süre sonra ailesi önce İstanbul'a, birkaç yıl sonra da Ankara'ya taşınmıştı. İlköğrenimini Ankara'da tamamladıktan sonra Ankara Kız Lisesi'ne devam etti. Lise yıllarında matematiğe özel bir ilgisi vardı. Bu nedenle liseden mezuniyetinin ardından İstanbul Üniversitesi Yüksek Matematik ve Astronomi Bölümü'ne girdi. Astronomi merakı üniversite öğrenimi sırasında ortaya çıktı.

 

1946 yılında İstanbul Üniversitesi Yüksek Matematik ve Astronomi Bölümü'nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi'nde astronomi bölümü açmak üzere görevlendirilen Tevfik Oktay Kabakçıoğlu'nun yanında iki yıl boyunca fahrî asistanlık yaptı. Lisansüstü çalışmalarına bir süre Michigan Üniversitesi'nde devam etti ve 1953'te Ankara Üniversitesi Astrofizik Anabilim Dalı'nda doktorasını ve ardından doçentlik çalışmalarını tamamladı.

 

1959'da Uluslararası Atom Enerji Ajansı'nın bursuyla iki yıllığına Kanada'ya gitti. Burada Prof. Dr. Alastari G. W. Cameron ile çalıştı. Ardından ABD'ye giderek önce Amerikan Soroptimist Federasyonu bursuyla ABD'de Indiana Üniversitesi'nde görev aldı. Üniversiteye bağlı Goethe Link Gözlemevi'nde yıldız modelleri yapmakla tanımış Prof. Dr. Marshall Wrubel ile çalıştı. Bu deneyimden sonra Nasa'ya bağlı Goddard Uzay Araştırma Enstitüsü'nde görev aldı. Çalışmalarına NASA'da devam eden Alastair G. W. Cameron ile Güneş tarihi üzerine araştırmalar yaptı. Bu dönemde Goddard Uzay Araştırma Ensitütüsü'ndeki görevi sırasında kurumda çalışan tek kadın astronomdu.

 

Dilhan Eryurt'un Goddard Enstitüsü'nde yaptığı çalışmalar, Güneş hakkında o zamana kadar yanlış bilinen bazı gerçekleri ortaya çıkardı. Güneş'in parlaklığının oluşumundan bu yana gittikçe artmadığını, geçmişte çok daha parlak ve sıcak olduğunu ortaya koydu. Çalışmaları o dönemde yeni başlayan uzay uçuşlarının gidişatını etkileyecek önemdeydi. Aya ilk iniş için yaptığı başarılı çalışmalar nedeniyle 1969'da Apollo Başarı Ödülü ile ödüllendirildi. Eryurt, Goddard Enstitüsü'nde iki yıllık çalışmasını tamamladıktan sonra kendisine yabancılara sıklıkla tanınmayan bir ayrıcalık gösterildi ve kıdemli araştırmacı olarak enstitüde çalışmaya devam etti. Enstitü, kendisini yıldızların oluşumu ve gelişimi üzerine araştırmaları için yeni bilgiler edinmek üzere California Üniversitesi'ne gönderdi.

 

1968'de Türkiye'ye gelerek ODTÜ'de bir yıl görev yapan Eryurt, bu sırada TÜBİTAK'ın desteğiyle I. Ulusal Astronomi Toplantısı'nı düzenledi.

 

1969-1973 arasında NASA'da bilimsel araştırmalarını sürdürdü. 1973 yılında ODTÜ Fizik Bölümü'ne dönerek astrofizik ana bilim dalını kurdu. 1977 yılında Tübitak Bilim Hizmet ve Teşvik Ödülü ile ödüllendirildi. 1988'de altı ay kadar fizik bölümünün başkanlığını yürüttükten sonra beş yıl süreyle Fen Edebiyat Fakültesi dekanlığı yaptı. 1993 yılında emekliye ayrıldı.

 

13 Eylül 2012'de geçirdiği bir kalp krizi sonucu Ankara'da hayatını kaybetmiştir.

 

Eski Erzurum milletvekillerinden Sabahattin Eryurt'un eşidir. 3. GÖZ HRA

Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.