HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 15 KASIM 2025, CUMARTESİ

ORHANGAZİ’DE UMUT ARAYAN BİR NESİL

14.10.2025 00:00
Orhangazi'nin sokaklarında dolaşan gençlerin gözlerinde iki farklı ışık var. Birincisi; hâlâ bir şeylerin değişebileceğine, bu kentin yeniden umutla dolabileceğine dair inanç. İkincisi ise; yıllardır duydukları vaatlerin, bitmeyen törenlerin, açılışların, fotoğraf çektirme siyasetinin yarattığı yorgunluk. Gençler artık sabırla beklemiyor, net ve somut bir şeyler istiyor.

Orhangazi'nin gençleri siyasetçiden samimiyet, bürokrasiden adalet bekliyor.

Laf değil, icraat görmek istiyorlar.

Sadece seçim zamanı değil, hayatın tam ortasında yanlarında birilerini görmek istiyorlar. Üniversite öğrencisi Ali, sabah Bursa'ya giderken minibüs durağında bekliyor; "Belediye gençlere ulaşım indirimi sözü verdi ama hâlâ bir gelişme yok" diyor. Aynı durakta lise mezunu Esra var; "Kültür merkezinde etkinlikler yapılıyor ama hep protokol konuşmaları, bizim fikirlerimizi soran yok" diye ekliyor. Bu iki cümle, aslında kentin gençliğinin özetidir.

Gençler artık "görülmek" değil, "duyulmak" istiyor. Onlara "geleceğimizsiniz" denmesinden bıktılar; çünkü o gelecek bir türlü gelmiyor. Orhangazi'deki işsizlik, burs yetersizliği, staj fırsatlarının sınırlılığı, üniversite sonrası istihdam belirsizliği gençlerin umutlarını törpülüyor. Buna rağmen hâlâ "bu kentte kalıp bir şeyler yapabilirim" diyenlerin sesini yükseltmek gerekiyor.

Bir genç girişimci geçtiğimiz aylarda sanayi bölgesinde küçük bir atölye açtı. Ancak ruhsat için aylarca uğraştı.

Sorduğumuzda, "Evrağı tamamla, imzaya götür, bekle, dön…

Herkes iyi niyetli ama sistem yavaş.

Genç girişimcinin heyecanı, bürokrasiye takılıyor" dedi.

İşte mesele tam da burada.

Bu kentte genç olmak, bazen sabır testi gibi.

Orhangazi'de yalnız siyaset değil, sivil toplum da gençlerin enerjisini değerlendirmekte sınıfta kalıyor. İlçedeki birçok dernek ve vakıf, yıllardır aynı isimlerin etrafında dönüp duran dar bir çevreye sıkışmış durumda. Gençlerin bu yapılarda yer bulması neredeyse imkânsız. Oysa STK'ların doğası gereği yenilenmesi, değişime açık olması gerekir. Ancak Orhangazi'de birçok sivil toplum örgütü, ne gençleri aralarına katmak istiyor ne de onların fikirlerine tahammül gösterebiliyor. Kendi içinde kısır döngüye dönüşmüş, etkinlikten etkinliğe fotoğraf çektirmekle varlık gösteren bir sivil toplum kültürü hâkim. Gençler "görünür" değil "işe yarar" bir yer istiyor; ama kapılar çoğu zaman kapalı, koltuklar dolu, sesleri duyulmuyor.

STK'ların bu ilgisizliği, gençlerin toplumsal üretimden kopmasına, aidiyet duygusunun zayıflamasına yol açıyor. Birçok genç, gönüllü olmak istiyor ama bürokratik ve kapalı yapılar yüzünden kısa sürede uzaklaşıyor. Oysa Orhangazi'nin geleceği, siyasetten bağımsız, özgür düşünen, toplumsal dayanışmayı önemseyen bir gençlik hareketine muhtaç. Dernekler, odalar, vakıflar artık "kendi çevresini koruyan kulüp" anlayışını bırakmalı; üretken gençlerin önünü açmalı. Çünkü bugün gençleri dışlayan her kurum, yarın kendi varlığını sürdüremez. Gerçek sivil toplum, koltuk değil sorumluluk paylaşımıdır. Orhangazi'de de artık bu anlayışa geçmenin zamanı çoktan gelmiştir.

Orhangazi'de gençler artık siyasetten "rol model" değil, "çözüm ortağı" istiyor. Onlar da bu kentin bir parçası, ama hiçbir karar masasında sandalyeleri yok. Gençlik meclisleri, danışma kurulları, etkinlik komisyonları hep kâğıt üzerinde kalıyor. Gerçek katılım yoksa, gençliğin enerjisi de bir noktadan sonra sönüyor.

Bir başka örnek, spor alanında. İlçedeki gençler, yıllardır Orhangazi Stadı'nda idman yapan amatör kulüplerin durumunu yakından görüyor. Altyapı desteği yok, malzeme eksik, bazen antrenörler cebinden harcıyor. Bu tabloyu gören lise öğrencisi, "Ben niye burada kalayım?" diyor. Gençler, sadece futbol değil, kültür, sanat, gönüllülük gibi alanlarda da destek bekliyor.

Bürokrasi tarafında ise durum daha çetrefilli. Kurumlar arasında gençlere yönelik koordinasyon neredeyse yok. Kredi Yurtlar Kurumu, belediye, milli eğitim, üniversite, sivil toplum kuruluşları arasında ortak bir gençlik politikası görünmüyor. Gençlerin talepleri toplantı tutanaklarında kalıyor, pratiğe geçmiyor.

Orhangazi'nin gençleri, kendi kentinde söz sahibi olmayı hak ediyor. Bunun için önce yöneticilerin gençleri sadece "oy potansiyeli" olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor. Her toplantıya aynı yüzler değil, mahallelerden, okullardan, atölyelerden gelen gençlerin de davet edilmesi lazım.

Siyaset artık gençlere konuşarak değil, onlarla birlikte düşünerek yapılmalı. Genç bir yazılımcının fikri, bir öğrenci kulübünün projesi, bir amatör sporcunun önerisi bu kenti büyütebilir. Bunun için cesur, vizyoner, samimi bir yerel yönetim anlayışı gerekiyor.

Orhangazi'de gençlik kaybolmuyor ama bekletiliyor. Bu kentin sokaklarında hâlâ inançlı, üretmek isteyen, düşünen bir gençlik var. Onların önünü açmak, sadece siyasetçinin değil, bu kentte yaşayan herkesin sorumluluğudur. Çünkü gençlik umudu kaybederse, şehir de geleceğini kaybeder.

Orhangazi, gençlerin enerjisini keşfetmeli, dinlemeli, onlara alan açmalı. Yoksa bir gün, bu şehirde sessizce valizini toplayıp giden bir genç, hepimize şu cümleyi bırakacak:

"Ben bu kenti çok sevdim ama bu kent beni duymadı."

Enbiya Bakır-8 Ekim 2025

 
Enbiya Bakır / 'ZAFER' e Doğru / diğer yazıları
•10 Kasım Bir Milletin Hafızasında Ölümsüzleşen Lider 10 00:00:00.11.2025
•TARIMDA AZALAN GENÇ NÜFUS: TOPRAĞIN GELECEĞİ TEHLİKEDE 05 00:00:00.11.2025
•Atatürk’ün Gençliğe Emanet Ettiği Sonsuz Işık 29 00:00:00.10.2025
•Kinin, İhmalin ve Sessizliğin Hikâyesinde Orhangazi 22 00:00:00.10.2025
•ORHANGAZİ’DE UMUT ARAYAN BİR NESİL 14 00:00:00.10.2025
•Yöneten Yok, Sorumlu Yok: Orhangazi Sahipsiz!.. 07 00:00:00.10.2025
•HANGİ TARIM POLİTKALARI? 02 00:00:00.10.2025
•ORHANGAZİ’NİN GELECEĞİ İPOTEK ALTINDA 25 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’nin Kurtuluşunda Tarih, Vefa ve Eksiklikler 17 00:00:00.09.2025
•Refik Atay ve Derviş Tarakçıoğlu 10 00:00:00.09.2025
•Gençlik Umudun ve Çıkmazların Kesişiminde 03 00:00:00.09.2025
•Bir Milletin Varoluş Destanı 30 Ağustos 29 00:00:00.08.2025
•Depreme Hazırlıksız Orhangazi 20 00:00:00.08.2025
•Yeniköy Sahası Çürürken Kim Seyirci, Kim Sorumlu? 12 00:00:00.08.2025
•Bursa Mitinginde Milli Duruşun Fotoğrafı 05 00:00:00.08.2025
•Orman Yangınları ve Sınıfta Kalan Orman Bakanı 29 00:00:00.07.2025
•Bekir Aydın! Hani sporcunun dostu idin? 24 00:00:00.07.2025
•GENÇLERİN SESSİZ ÇIĞLIĞI: ORHANGAZİ’DE SOSYAL YAŞAM NEREDE? 15 00:00:00.07.2025
•Kerbela ve Hz. Hüseyin’den Öğrendiğim İlk Hakikat 05 00:00:00.07.2025
•GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE UNUTULAN BİR TARİH ILIPINAR HÖYÜĞÜ 02 00:00:00.07.2025
•Yaşamın Kökü mü, Kârın Dibi mi? 25 00:00:00.06.2025
•Yönetilemeyen İlçe Orhangazi 18 00:00:00.06.2025
•Çocukların Gözlerinde Saklı Bir Milletin Hikayesi 11 00:00:00.06.2025
•Bir Otelin Sessiz İhaneti 29 00:00:00.05.2025
•Bir Milletin Dirilişi ve Gençliğe Emanet Edilen Bir Cumhuriyet 18 00:00:00.05.2025
•Ekümeniklik İddiası ve Lozan Antlaşması 13 00:00:00.05.2025
•Bu Bir Gözdağı mı, Yoksa Sessiz Bir Keşif mi? 05 00:00:00.05.2025
•Milli Egemenlik, Göç Politikaları ve Tehdit Altındaki Türkiye 22 00:00:00.04.2025
•Şehitlerimizi Unutmak İhanettir, Anmak ise Vefa Borcudur! 16 00:00:00.04.2025
•Prof. Dr. Haydar Baş’ı Vefatının 5. Yılında Rahmetle Anıyoruz 14 00:00:00.04.2025
•Adaletin Peşinde: Tarihten Günümüze Adalet Mücadelesi 09 00:00:00.04.2025
•Orhangazi'nin Lojistik ve Depolama Potansiyeli: Değerlendirilmeyi Bekleyen Bir Fırsat 26 00:00:00.03.2025
•Çanakkale’de Kanla Yazılan Destan ve Orhangazi’nin Kahraman Evlatları 16 00:00:00.03.2025
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.