HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 02 KASIM 2025, PAZAR

Köyünü bırakan şehre koştu

Sosyo ekonomik şartlar köyden kente göçü hızlandırdı.Türkiye nüfusunun yüzde 67,9'una karşılık gelen 57,9 milyonluk kesiminin, yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet ettiği belirlendi

11.05.2023 11:18
Köyünü bırakan şehre koştu
Köyünü bırakan şehre koştu

Türkiye İstatistik Kurumu, 2022 yılına ilişkin "Kent-Kır Nüfus İstatistikleri"ni açıkladı.

Buna göre, Türkiye'nin toplam yüz ölçümünün sadece yüzde 1,6'sını oluşturan "yoğun kent" olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde, 2022 yılı sonu itibarıyla 57 milyon 934 bin 583 kişi yaşıyor. Diğer bir ifadeyle nüfusun yüzde 67,9'u yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet ediyor.

Kır olarak sınıflandırılan ve Türkiye yüz ölçümünün yüzde 93,5'ini oluşturan yerleşim yerlerinde toplam nüfusun yüzde 17,3'ü bulunurken "orta yoğun kent" olarak sınıflandırılan ve ülke yüz ölçümünün yüzde 4,9'unu oluşturan yerleşim yerlerinde nüfusun yüzde 14,8'i yaşıyor.

Diğer yandan, cinsiyete göre dağılıma bakıldığında, yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet eden nüfusun yüzde 49,7'sini erkeklerin, yüzde 50,3'ünü ise kadınların oluşturduğu belirlendi. Orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin yüzde 50,3'ünü erkekler, yüzde 49,7'sini kadınlar, kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin ise yüzde 51,4'ünü erkekler ve yüzde 48,6'sını kadınlar oluşturdu.

Toplam nüfusun yüzde 9,9'unu oluşturan 65 yaş ve üzeri nüfusun yüzde 30,1'inin kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet ettiği görüldü. Yaşlı nüfusun yüzde 14,6'sı orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanlardan, yüzde 55,3'ü ise yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanlardan meydana geldi.

Ülke nüfusunun yüzde 68,1'ini oluşturan 15-64 yaş grubu çalışma çağındaki nüfus içinde yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanların oranı yüzde 69,2 oldu. Bu yaş grubundaki toplam nüfus içinde orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin oranı yüzde 14,7 iken kır olarak sınıflandırılan yerlerde yaşayanların oranı yüzde 16,1 olarak hesaplandı.

Çocuk nüfus olarak tanımlanan 0-14 yaş grubu nüfustan yüzde 69,7'sinin yoğun kent, yüzde 15,3'ünün orta yoğun kent ve yüzde 15'inin kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet ettiği görüldü.

-"Yoğun kent"te yaşama oranı en fazla İstanbul'da

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre en yüksek nüfusa sahip il olan İstanbul'da ikamet edenlerin yüzde 96,4'ünün yoğun kent, yüzde 2,7'sinin orta yoğun kent ve yüzde 0,9'unun kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde yaşadığı kayıtlara geçti.

Ülkenin ikinci büyük nüfusuna sahip il olan Ankara'da ikamet edenlerin yüzde 88,3'ünün yoğun kent, yüzde 7,6'sının orta yoğun kent ve yüzde 4,1'inin kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde bulunduğu belirlendi.

Nüfus büyüklüğü açısından üçüncü sırada yer alan İzmir'de ikamet edenlerin ise yüzde 78,6'sının yoğun kent, yüzde 12,2'sinin orta yoğun kent ve yüzde 9,1'inin kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde yaşadığı tespit edildi.

Orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet eden nüfus oranının en yüksek olduğu iller yüzde 58,1 ile Artvin, yüzde 57,9 ile Bayburt ve yüzde 57,3 ile Sinop oldu. Orta yoğun kent olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet eden nüfus oranının en az olduğu iller ise yüzde 1,6 ile Kilis, yüzde 2,7 ile İstanbul ve yüzde 6,5 ile Eskişehir şeklinde sıralandı.

Kır olarak sınıflandırılan yerleşim yerlerinde ikamet eden nüfusun oranının en yüksek olduğu il yüzde 68,4 ile Ardahan olarak belirlendi. Bu ili yüzde 60,3 ile Tunceli ve yüzde 54,2 ile Bartın takip etti.

Kır olarak sınıflandırılan yerlerde ikamet edenlerin oranının en az olduğu iller ise yüzde 0,9 ile İstanbul, yüzde 4,1 ile Ankara ve yüzde 4,7 ile Kocaeli oldu.

Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.