HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 04 KASIM 2025, SALI

“Komşulara bir gece ansızın gelebiliriz diyenler 3 günde Hatay’a inemedi”

İstanbul'da konuşan BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş deprem konusunda, "Burada hükümetin suçlanacağı şey elbette bu afete koşmamış olmasıdır ama bu bir kenara, asıl suçlanması gereken şey, yıkılacak binaların inşa edilmesine müsaade etmiş olmasıdır. Bu İstanbul'da da aynı şekilde devam ediyor. O yüzden ne yazık ki ülkemizde yaşayacağımız herhangi bir felaketle mücadele edebileceğimiz bir altyapı yok. Baktığınız zaman, komşulara 'bir gece ansızın' gelebiliriz' diyenler, 3 gün boyunca Hatay'a inemediler ve insanlarımız soğuktan donarak hayatlarını kaybettiler" dedi
28.03.2023 10:39
“Komşulara bir gece ansızın gelebiliriz diyenler 3 günde Hatay’a inemedi”
“Komşulara bir gece ansızın gelebiliriz diyenler 3 günde Hatay’a inemedi”
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genişletilmiş İl Divan Toplantısı Kartal Yakacık Kültür Merkezinde gerçekleştirildi.

Toplantıya BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş da katıldı. 



BTP'nin deprem bölgesine yaptığı ve halen devam eden yardım faaliyetlerinin ve seçim gündeminin değerlendirildiği toplantıda ayrıca BTP'de çeşitli kademelerde yıllarca görev aldıktan sonra vefat edenlerin yakınlarına plaket takdim edildi.



"İnsanlarımız soğuktan donarak hayatlarını kaybettiler"



BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş yaptığı konuşmada gündeme dair değerlendirmeler yaptı.

Deprem sonrasında müdahale konusunda geç kalındığını ifade eden BTP lideri, "Burada hükümetin suçlanacağı şey elbette bu afete koşmamış olmasıdır ama bu bir kenara, asıl suçlanması gereken şey, yıkılacak binaların inşa edilmesine müsaade etmiş olmasıdır. Bu İstanbul'da da aynı şekilde devam ediyor. O yüzden ne yazık ki ülkemizde yaşayacağımız herhangi bir felaketle mücadele edebileceğimiz bir altyapı yok. Baktığınız zaman, komşulara 'bir gece ansızın' gelebiliriz' diyenler, 3 gün boyunca Hatay'a inemediler ve insanlarımız soğuktan donarak hayatlarını kaybettiler. On binlerce bina yerle bir oldu ama açıklanan vefat sayısına bakıyorsunuz 50 bin! Bunu böyle söylemelerinin sebebi ne biliyor musunuz, enkazın altındaki bedenlere dahi ulaşmayı beceremiyorlar. Yani şu anda Türkiye'de can emniyetimiz yok, mal emniyetimiz yok" dedi.



Yap – İşlet – Devret soygunu



Yap – İşlet – Devret modeli hakkında da değerlendirmelerde bulunan Hüseyin Baş, "Hani, 'biz yollar yapıyoruz, binalar yapıyoruz, köprüler yapıyoruz, alt geçitler yapıyoruz' diye övünüyorlar ya... Burada ne çıkıyor biliyor musunuz? 10 liralık işi adam geliyor sana 25 liraya mal ediyor. Şimdi öyle bir iş yapma modeli çıkıyor ki karşımıza, hepimiz bu işten zarar ediyoruz. Ama hükümeti ekonomik manada eleştirirken hiç bunlara girilmiyor. Niye? Çünkü herkesin o sermayeyle bir hesabı var, bir beklentisi var. Biz BTP olarak ne diyoruz? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hiçbir sermaye grubuna ihtiyacı yoktur. Bu milletin hiçbir özel sermayeye ihtiyacı yoktur. Çünkü biz kendi varlığımızla zengin bir milletiz zaten. Kendi varlığımızla bir şeyleri inşa edersek ne olacak? Depremlerde o binalar yıkılmayacak, o otoyollardan, köprülerden milyarlarca dolar boşu boşuna cebimizden çıkmayacak" dedi.



"Türkiye çok büyük yaşamsal tehditle karşı karşıya"



Konuşmasında Türkiye'nin çok büyük yaşamsal tehditle karşı karşıya olduğunu belirten Hüseyin Baş şöyle devam etti; "Bakın bundan 20 yıl sonra yaşayacağımız bir vatan bulamayabiliriz. Bu, ülkemizi bekleyen gerçek bir tehdittir. Bizim yaşadığımız Anadolu coğrafyası bütün dünyanın bir şekilde gözünü diktiği coğrafyadır. Hiç hayal kurmamıza gerek yok, bundan 15 yıl önce Suriye'ye gitseniz ve Şam'da, Halep'te bir vatandaşa, ' 10 sene içinde senin ülken yaşanmaz hale gelecek' deseydiniz, size 'dalga mı geçiyorsun' derdi, kimse size inanmazdı. Libya'da aynı şekilde, Irak'ta aynı şekilde... Bunun Türkiye'de yaşanmayacağının garantisini bana kim verebilir? Veya Ukrayna'ya gitseydiniz ve Kiev'de bir vatandaşa, ' 5 sene içinde burada yaşayamayacaksın, senin sokaklarında düşman tankları gezecek' deseydin, kimse buna da inanmayacaktı."



"Türkiye her an işgal edilmek istenen bir ülkedir"



Ege'de Türk adalarında yaşanan Yunan işgallerine de dikkat çeken BTP lideri,  "Şu anda bizim adalarımız işgal edilmiş. Müttefikimiz dediğimiz ABD'nin tankları adalara indirilmiş, çevre ülkelerimize indirilmiş, namluları bize döndürülmüş duruyor. Ben gidip bunlarla savaşalım demiyorum ama bunlara önlem almamız gerektiğinin de farkında olmamız gerekiyor. Türkiye yaşamsal bir tehdit altındadır. Türkiye her an işgal edilmek istenen bir ülkedir. Bu topraklar kıymetlidir.1800'lü yılların sonunda, 2. Abdülhamit döneminde bir Osmanlı vatandaşına, '20 yıl içinde senin ülken' işgal edilecek' denseydi hiçbir Osmanlı vatandaşı inanmazdı. Şu anda aynı durumu yaşıyoruz. O yüzden önlem almanın vaktidir. Bu önlemleri en kolay alabileceğimiz, elimizin en güçlü olduğu yer sandıktır. O zaman sandıkta bizi düşünmeyenlerle, ülkesini düşünmeyenlerle, vatanını üç kuruş menfaati için her durumda, ortamda meze edenlerle hesaplaşacağız, hesabı keseceğiz" ifadelerini kullandı.



"En büyük görev gençlere düşüyor"



Konuşmasında gençlere, 'burada en büyük görev size düşüyor' diye seslenen BTP lideri şunları söyledi; "Gençler burada en büyük iş size düşüyor. Niye? Deprem oluyor, yaşı başını almış, tecrübe abidesi (!) insanların yaptığı binalar çöküyor, binanın enkazına gençler koşuyor. Dere yataklarına ev yapıyorlar, sel bu evleri alıp götürüyor oraya gençler koşuyor. Diyorlar ki, 'deprem oldu, pandemi oldu...  Kimin geldiği yerleri kapatalım', gençlerin… üniversiteler kapansın! Ekonomik kararlar alıyorlar, güya ülkeyi çok zenginleştirecekler, ondan sonra bir enflasyon patlıyor, bir döviz şoku yaşıyoruz faturasını gençler ödüyor. O zaman her şeyin faturasını biz gençler ödeyeceksek kardeşim o sofrada biz oturalım, yediğimizin faturasını ödeyelim. Gençlere bu iş düşüyor. Başkasının yediğinin hesabını ödememize gerek yok. Bu toprakların yarınlarında biz olmayacak mıyız, o zaman o yarınları bırakın da biz inşa edelim. Siz istediğiniz ülkeyi inşa ettiniz ve ülkenin geldiği son durum bu emin olun sizden daha kötü bir Türkiye oluşturmayız."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.